Oldum olası batıya doğru gitmek beni mutlu etmiştir.
Nedenini bugüne kadar iyi ayrımsayamamıştım, sanırım nihayet buldum, onu
paylaşmak istedim sizlerle.
Batıya doğru gitmek sanki zaman kazık atmak gibidir, hele
saat farkı olan bir yere gidiyorsanız saatinizi uçağa bindiğiniz anda geri
alıvermek zaman attığınız kazığın maddeye bürünmesidir ve bu eylemi
gerçekleştirmek tuhaf bir şekilde mutlu eder beni. Dönüşte tam tersini
yapacağımı, attığım kazığın yuvarlak olan dünyada eninde sonunda bir işe
yaramayacağını, dönüş yolculuğunda ettiğim kahvaltıyı sindiremeden gün batımını
yaşayacağımı bile bile mutlu olurum giderken. Ama anlatmak istediğim neden bu
değil. Batıya doğru gittikçe güneş daha geç batmaya başlar, İzmir batıdadır,
batıya doğru giderken bir denize rastladığınızda güneş denizin koynuna girerek
batar, bunu izlemek nedense beni pek mutlu eder ama anlatmak istediğim nedenler
bunlar da değil. Batıya doğru gitmeyi gerçekten neden sevdiğimi en sonunda bu
seyahatimde anladım ve bunu 4 saat arayla gördüğüm polis memurları sayesinde
çözdüm.
İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında pasaportuma yurt dışı
çıkış damgasını vuran polis memuru bugüne dek gördüğüm en suratsız insanlardan
biriydi. Bilirsiniz ben hekimim. İnsanların en suratsız hallerini görmeye
alışığım. Ama bu adam hakikatten itici şekilde çok suratsızdı. İşini yaparken
çok ağır hareket ediyor, önündeki kuyruğun uzadıkça uzamasına izin veriyor,
insanlar uçaklarına yetişebilmek için acele ettikçe ve sinirlendikçe o daha da
ağırdan alıyordu. Sıra bana geldiğinde her zaman yaptığım gibi “İyi günler”
diledim. Pis bir şeye bakar gibi baktı suratıma, cevap bile vermedi bana. Ne
bir hoş geldin, ne bir güle güle, tek kelime yok. “Paralel mi ki bu?” diye
kendi kendime espri yapıp hafifçe gülümsedim. Bay suratsız ben gülümseyince
daha da pis baktı bana. Uzanıp yan kabinlerdeki polis memurlarına göz gezdirdim,
“Acaba onlar da böyle mi ki?” diye. Böyleydiler, tüm polis memurları
birbirleriyle yarışır derecede suratsızdılar. Diğerlerinin eli benimki kadar
ağır değildi ama suratlarının asıklığı benzerdi.
Tam 4 saat sonra Schipol Havaalanının polislerinin
karşısındaydım. Güler yüzle karşılandım. “Bugün nasılsınız?” diyerek beni
karşılayan polis memuru ziyaretimin sebebini sordu, yanıtladım, hangi trene
binmem gerektiğini söyledi. Ziyaretimin iyi geçmesini dileyerek “Hollanda’ya
hoş geldiniz” dedi. O sırada yan taraftaki kadın polis önündeki minik çocuğa “Agu
gugu” yapmakla meşguldü. Merakla süzdüm hepsini, hepsi gülümsüyordu. Dahası hafta
sonu boyunca gördüğüm herkes gülümsüyordu, hiç tanımadıkları bana “günaydın”, “merhaba”
diyorlardı. İster istemez gülümsüyordum ben de.
Ülkemin insanlarının mutsuz ve suratsız olmalarından dolayı
çok üzgünüm. Sanırım bu durum İzmir’de bu kadar yoğun olmasa da ülkemizin
genelinde çok yaygın ve bulaşıcı bir durum. Keşke biz de gülümseyen bir toplum
olabilseydik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder