13 Aralık 2015 Pazar

Nâzım Hikmet ve “Kalbimin kızıl saçlı bacısı” Piraye






Ünlü şair Nâzım Hikmet, "kalbinin kızıl saçlı bacısı" Piraye ile 1930 yılında tanışır. Nâzım ile tanıştığında 24 yaşında olan Piraye’nin başından bir evlilik geçmiştir. Kendisini bırakıp Paris’e giden kocasından henüz ayrılamamış iki çocuklu bir kadın olan Piraye, 1932 yılına kadar Nâzım’ın ısrarlı tekliflerini geri çevirmiş, ancak sonunda daha fazla dayanamayıp Nâzım ile evlenmiştir.



Yirmi yıllık ilişkilerinde on yıldan az birlikte olabilmişler, geri kalan zamanı Nâzım hapiste geçirmiştir. Belki de bu yüzden bunca şiire vesile olmuştur bu aşk ve ayrılık acısı. Hapisteyken birbirinden güzel şiirler ve mektuplar yazmıştır Nâzım Piraye’ye, tablolar, sandıklar, kutular, takılar yapmıştır Piraye için. 



Piraye ise hem çocuklarına hem de Nâzım’a bakmış, hapishaneye kitap, elbise, yemek taşımıştır. Kırk yumurta Nâzım’ın hapisteki durumunu ve Piraye’nin gayretlerini pek güzel özetler: "Çekmediği kalmadı benim yüzümden kadıncağızın... Ama ne sağlam kadındır bir bilsen... Hapiste 40 kişiysek bana bir yumurta yedirebilmek için etraftan bulup buluşturur 40 yumurta getirir hapishaneye. Çünkü bilir onlardan ayrı yiyemeyeceğimi... Tembelleştim mi, 'Hadi bakalım yeter bu kadar tembellik' der, kapatır beni odaya... Böyle yazdım Şeyh Bedrettin Destanı'nı..."



İdamının istendiğini Piraye’ye yazdığında Piraye Nazım’ı asarlarsa yaşayamayacağını yazar, bunun üzerine en güzel şiirlerinden biri ile yanıt verir Nazım karısına:

KARIMA MEKTUP
Bir tanem!

Son mektubunda:
'Başım sızlıyor yüreğim sersem!' diyorsun.
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşayamam!'
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!

Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim
ve yalnız
yarım kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...

Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.

Haydi, bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.



Nazım’ın hakkındaki davalar, suçsuz yere onu bitirme çabaları artık dayanılmaz olduğunda Piraye’ye tek çarenin dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a yalvarmak olduğu söylenmiş ancak Piraye Nazım’ın karısı kimseye yalvarmaz diyerek bunu yapmamıştır.


Gerçekten de çok gururlu kadındır Piraye. Nazım’ın sırtından bıçaklayışını asla affetmeyecektir. Bu şiirlere konu sıra dışı aşkın bitişi de aynı sıra dışılıkta gerçekleşecektir.  Bursa Cezaevine Nâzım Hikmet’in ziyaretine 1948 yılında dayısının kızı Münevver Berk gelir. Münevver 31 yaşındadır, bir ressamla evlidir ve ondan bir kızı vardır. 47 yaşındaki Nâzım kendisinden 16 yaş küçük bu kumral yeşil gözlü kadına sırılsıklam âşık olur. 1948 yılında Nazım için bir af ümidi ortaya çıktığında Nâzım Münevver’in eşinden boşanmasını ve birlikte yeni bir hayata başlamayı teklif eder. Kendisi de Kasım 1948’de bir zamanlar en güzel aşk şiirlerini yazdığı karısı Piraye’ye ayrılmak istediğini bir mektupla bildirir. Bu mektup hasta çocuğunun bakımıyla, hapisteki eşinin dertleriyle ve ekonomik sıkıntılar ile tek başına mücadele etmekte olan Piraye için büyük bir yıkımdır ancak gururlu kadındır Piraye ve Nâzım’ın boşanma talebini hemen kabul eder. Ancak işler Nâzım’ın istediği şekilde gelişmez ve af çıkmaz. Münevver Nâzım’ın hapisten çıkamayacağını anlayınca bir maceraya atılmaktan vazgeçerek eşine geri döner. Bunun üzerine Nâzım büyük bir pişmanlıkla Piraye’ye şu mektubu yazar:

“Pirayem Kızıl saçlı bacım benim,
Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ”Gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel. Oğlumuz Memet’in başı için gel ve ben kalan ömrümde ona layık bir baba olmak fırsatını kazanabileyim. Senin yüzüne nasıl bakabileceğimi bilemiyorum. Seninle karşılaştığım anda ayaklarının dibine yıkılacağım belki. Belki de sadece bayrağını kendi eliyle düşmana teslim etmiş bir hainin cesaretiyle yüzüne bakmaya çalışacağım. Belki de tek kelime söylemeden gözlerimi iskarpinlerine dikip oturacağım. Fakat gel. Hayatım yalnız kendime ait olsaydı gebermeyi çoktan tercih ederdim. Kendi ferdiyetimden, fizyolojimden, kafamın deli hasta tarafından öylesine nefret ediyorum. Fakat yaşamam lazım. Beni affetmek için değil, beni oğlumuz, kızımız ve onlar gibi iyi namuslu insanlarımız için yaşatmak için gel ve bir daha da yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.”

Ancak Piraye gelmez, bir daha görüşmez Nazım’la.

Hatice Zekiye Pirayende, namı değer “kalbimin kızıl saçlı bacısı”, sonu hüsranla biten büyük bir aşkın kadın kahramanı, unutulmaz şiirlerin, mektupların ve büyük aşkın müsebbibi, sayesinde kalbimizin derinlerine işleyen bunca şiiri okuyabildiğimiz gururlu kadın…












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder